Lahit Biçimleri, Çeşitleri ve Adlandırılmaları
Lahitler bir veya daha çok ceset almak üzere düşünülmüş şeyler olup, biçimleri de buna göre saptanırdı. Batı dillerinde lahit karşılığında 18. yy.’dan beri, eski Yunanca’da “et yiyen” anlamındaki ‘sarkophagos’ sözcüğünden gelmektedir. Önceleri Kuzeybatı Anadolu’ da, Assos’ta çıkarılan ‘lapis sarcophagus’ taşı için kullanılırken, anlamı Roma lahitleri İmparatorluk Döneminden beri genişlemiştir. Lahitler için Antik çağda çeşitli adlar kullanılmıştır.
Lahitler birbirinden farklı olarak iki biçimde yapılırdı:
1. çoğu zaman dikdörtgen prizma biçiminde bir sanduka olurdu;
2. seyrek olarak da bir banyo küveti-biçimindeydi;
3. bunların dışında birtakım kural dışı örnekler de vardı.
Öteki biçimler:
Ostotek’ler :
Daha çok Anadolu ile sınırlı özel bir biçim oluşturan ostotek’lerin Selanik ve Atina’da örnekleri görülür. Biçim bakımından genellikle lahitlerle birlikte ele alınırlar. ‘Kemik çekmecesi sandığı’ anlamına gelen Ostotek, Yunanca kökenlidir gelir ve Anadolu’daki yazıtlarda sık rastlanan bir sözcüktür. Ossuarium’lar : Lahit biçiminde ufak kaplar olup, kullanımları Kudüs ve dolaylarında sınırlı kalmış ve Yahudilerce kemiklerin ikinci kez gömülmesinde kullanılmışlardır. Latince olan bu ad, ‘ölünün kemiklerinin kabı’ anlamını taşır.
Kül Kapları (kül urna’ları) :
Roma’ da Erken İmparatorluk Döneminde 2. yy.’ın başlarına kadar yaygın olan bu kaplardan, aynı yüzyılın sonlarına kadar az sayıda örnek bulunur. Daha ileri bir zaman diliminden, 3. yy.’ dan ise pekaz parça vardır. Biçimleri farklı olurdu. Birçok dilde Latince uma sözcüğünden gelen ‘uma ya da urne’ diye adlandırılır.
Bunlar çoğunlukla dikdörtgen prizma biçiminde çekmece görünümünde yapılırdı. Ancak kenarları yuvarlatılmış, küp biçimi örnekler de az değildir. Eyaletlerin bazılarında kabartmalarla süslenmiş kül uma’larına bile rastlanır. Roma kentine ait lahitlerde iç boşluk genel olarak biraz daha yuvarlaktır ve baş için bir yükseklik (baş yastığı) bırakılmıştır. O yükseklikte yuvarlak bir çukur oyulmuştur.
Bir örnekte baş yastığının önünde ufak oyukluklar vardır, buralara toprak kaplar konulmuş olduğu düşünülebilir.
Çoğu zaman çatı biçimi kapaklar, ağırlığı azaltmak için, alt kısmından biraz oyulurdu. Anadolu’da daha sonraki bir gömü işinde kapağı kolay kaldırabilme amacına yönelik kabara biçimli çıkıntılara sık rastlanır Seyrek de olsa kapakta delikler bulunabilir. Bu delikleri açmakla kurban, adak ya da benzeri bir amaçla verilecek bir şeyin içeriye sokulması amaçlanırdı. Ne var ki, birçok örnekte deliklerin ilk kullanılış için mi yoksa daha sonraki bir kullanış sırasındamı açıldığı belli olamamıştır. Hatta bunlar Yeni çağdaki bir yeniden kullanma sırasında açılmış bile olabilir. Bir naaşın lahit içine ek olarak katıldığı olabilirdi.
Çoğu zaman tek bir lahit içinde birçok naaş kalıntısının bulunduğu olmuştur. Bunların aynı ailenin bireylerine ait olduğu ve lahdin zaten tüm aile için hazırladığı düşünülebilir. Fakat yasaklayıcı pek çok yazıt bulunmasına karşın, lahdin sahibinin onayı alınmaksızın bir lahdin ikinci bir gömüde kullanıldığı da sık görülmüştür. Bazı örneklerde lahdin içi levhalarla bölünmüştür.
Roma’daki bir girland’lı lahdin uzun yüzeyi boyunca dikey olarak konulmuş, yani lahdi iki odacığa ayıran bir levha bulunmuştur Daha çok, yatay olarak uzatılmış levhalar görülür ya da böyle olduğu anlaşılır. Bir örnekte yatay olarak üst üste konulmuş iki levha vardır, yani lahit üç ranzaya ayrılmıştır. Levhalar dikine konulmuş topraktan su boruları, ufak mermer parçaları ya da iç çeperlerin çıkıntıları üzerine yerleştirilmiştir.
Lahitlerin süslemeleri çeşitliydi, süsleme kısmen biçimi belirlerdi.
Önemli Lahit Çeşitleri
A- Levhalı Lahitler:
Genellikle uzun yanlarında bir, seyrek olarak da bazen sadece yan yüzlerinde bir levha bulunur, bunun çoğu zaman üç köşe ya da sarkaç biçimi bir kulpu (Lat.: ansa) olur. O zaman levhaya kulplu levha anlamında ‘tabula ansata’ denilir. Oteki yüzlerde başka süsler bulunduğu olur. Bu çeşit Roma’ da seyrek rastlanan bir çeşit olup Atina ve Dokimeion’da hiç görülmez. Eyaletlerdeyse en sade süsleme olarak- çok sık rastlanır.
B- Sandık-Lahitler
(keskin köşeli, profilli bir çerçevesi olan, dikdörtgen prizma, sandık biçiminde, alçak sandık ya da bayük görünümünde lahitler, Bu örneklere Roma’da yalnız 1. yy.’dan kalma ilk üretim içinde rastlanır. Atina ve Dokimeion’ da ise hiç yoktur. Bazı eyaletlerde, özellikle Yukarı İtalya’da, Selanik’te ve Anadolu’da, hele Bithynia, Pisidia, Lykaonia ve Isauria’da pek çoktur.
C- Yivli Lahitler:
Bir ya da birden çok yüzü süsleyen yivler genellikle “S” harfi biçimindedir. Yivlerin yukarıdan aşağıya inen oluk biçimi gösterdiği de olur. Latince büklümlü lif (örneğin keselenmekte kullanılan hamam lifi) anlamındaki strigilis sözcüğünden ‘strigilis-sarcophagus’ da denilir. Roma’ da pek çok görülen yivli lahitlerin pek çok da değişkesi vardır. Bazılarında uzun yanlar tümüyle bu yivlerle bezenmiştir. Çoğu zamansa yanlarda birer ya da ortada bir ayna veya boş bölge bulunur.
Yivli süslemenin beş parçaya bölündüğü, bir orta ayna, iki tane yan ayna olup bunların arasının yivlcrle doldurulduğu da çok görülür. Atina’da bu çeşitle ilgili olarak sözü edilebilecek sadece kline’li-yivli lahitler diye bir grup vardır, bunun örnekleride azdır Bu çeşidin Dokimeion’da da yapılıp yapılmadığı kesin olarak söylenememektedir Eyaletlerdeyse yivlerin bir süsleme ögesi olarak kullanılmasına son derecede seyrek rastlanmıştır.
D- Girland’lı (askı-çelenkli) Lahitler:
Üç büyük merkezde pek sık rastlanan bu çeşidin örnekleri eyaletlerde, özellikle Anadolu ve Suriye’ de de görülür.
E- Frizli Lahitler:
Bunlara da üç merkezde sık rastlanır. Eldeki az sayıda eyalet kökenli parçanın hemen hepsinin Üzerlerindeki resimler merkezlerden alınmıştır, hiçbir yerde özgün örnek yoktur.
F- Siitunlu Lahitler:
Sütunlar, kesik sütunlar, direkler ya da dönüşümlü olarak bunların hepsini bir arada sunan bir görünümleri vardır. Roma’ da sütunlu lahit çok sayıdadır ve çeşitli değişkeler (varyantlar) gösterirler. Bir alınlık, bir kemer olarak dönüşümlü dizilmiş beş sütun aralı örneklere sık rastlanır. Üç sütun aralı örnekler de oldukça çoktur. Altı ve dört sütun aralılar sıra dışı kalır. Arşitrav’lı (baş tabanlı) yani yatay kirişli olanlarsa tam birer ayrık örnektir.
Dokimeion’ da örnekleri sınırlı bir grup sütunlu lahit yapıldığı bilinmektedir; bunun dört tane değişkesi vardır. Atina’ya ait bir örnek bilmiyoruz. Eyaletler arasında Yukarı İtalya’nın bu çeşidi konu alan bağımsız bir üretimi olmuştur. Batıdaki az sayıdaki lahit, Roma kenti örneklerini andırır.
Anadolu’nun bazı sanat yörelerinde, hele Aphrodisias ve Bithynia’da bulunan birçok sütunlu lahit Dokimeion grubuna bağlıdır. Pek çok örnekte de süsleme biçimlerinin karıştırılmış olduğu görülür. Örneğin belli bir gruba girmeyenler arasında şunlardan söz edilebilir: Girland’lı sanduka lahitler, orta kesiminde bir levha ya da kemer bulunan frizli lahitler, yivli lahitler düzeninde hazırlanmış olup da yivlerin yerini figürlü sahnelerin aldığı örnekler, üzerine girland asılmış kesik sütunlu ya da direkliler, girland’lı ve ortasında bir kemer bulunan bir örnek, iki ‘tabulae ansatae’ ve orta kesiminde gösterişli bir mezar kapısına sahip başka bir örnek.
Lahit; Dikdörtgen Biçim
1- Dikdörtgen biçim tüm Roma İmparatorluğu topraklarında yaygındı; büyüklükleri değişirdi. Genel olarak Atina ve Dokimeion lahitleri Roma kentinde üretilen orta kalitedekilerden daha büyüktür. Fakat Roma’da da çok büyük ölçülerde lahit yapıldığıda olmuştur. En çok da Gallienus Dönemi’nden ve Tetrarkh’lar Dönemi yani, “Dörtlü Yönetim”‘ zamanından kalma büyük boyutlarda parçalara rastlanır.
Ayrıca Roma’ da çocuklar için yapılmış, farklı boyutlarda, fakat hepsi çok küçük olan lahitler pek çoktur. Atina’da birkaç tane çok küçük örnek vardır, bunların ostotek, yani kemik mahfazası olarak kullanılmış olduklarını anlıyoruz. Anadolu’ da ostotekler Dokimeion’un merkezinde ve birkaç eyalette yaygındı.
Üç merkezin sanduka biçimi lahitleri birbirinden açıkça ayrılır . Eyaletlerde bunlara birtakım yerel özellikler eklenir.
Roma Cephe olarak uzun yüzlerden biri vurgulanırdı. Genellikle, yan yüzlerin üzerinde fazla işlem yapılmazdı. Bunlar üzerinde sadece alçak kabartmalar ve tek bir resimleyici (Anka Kuşu ya da Sfenks) veya süsleyici (kalkan, kargı vb.) öge taşır, çoğu zaman sadece tek bir sivri keskiyle işlenmiş olurdu. Arka yüzde figürlü betimleme pek az bulunurdu. Bazı örneklerde bunun öteki kabartmalardan daha sonra yapıldığını görürüz. Alt ve üst kenarlarda düz bir silme, bir pervaz çıkıntısı vardır, çok seyrek olarak kenarlarda süsleme için bir yer ayrılmış olduğu görülür.
Lahit Kapakları
Kapaklar da kendi çapında gelişme gösterir. Erken Dönem lahitlerinde kapak, yan yüzlere inen kalkanlı bir alçak çatı biçimindedir. Ön yüzde yukarıdan aşağı ya dik olarak bir pervaz iner ve bu, kabartmalarla süslüdür; bununla lahdin ön yüzü vurgulanmış ve kapağın çatı biçimi belirsiz kılınmış olur. 140/60 yıllarına ait erken örneklerde ve bir aradan sonra, 3. yy.’ın birinci yarısında pervaz yeniden bazı örneklerde az ya da çok büyük parçalardan oluşarak ortaya çıkmıştır. Pervazı oluşhıran parçalar yukarı kesimde yuvarlaklaşmış ya da alınlıklı olarak görülür. Çoğu zaman pervazların yanlarında baş ya da seyrek olarak maske biçiminde bir akroter bulunur. Bazı örneklerde de pervazın orta yerinde bir levha vardır.
Latince ‘tabula’ denilen bu levha yazıt için tasarlanmış bir şeydir. Daha 160/70 yıllarında kapaklarda çatı biçimi bırakılmaya başlanmış, bu eğilim 180 yılı dolaylarında güçlenmiştir. O tarihten sonra kapak artık dümdüz bir levhadan ve ön yüzde yukarı doğru çıkan bir pervazdan yapılır, yani bir “L” biçimindedir. Buna “levha kapak” denilir. Çatı biçimli ve kline biçimli kapaklardan birer ayrık örnek diye söz etmek gerekir. Çatı kapakların bazen yüksek olanlarına rastlansa da bunlar genellikle alçaktı. Bazen çatıların yüzeyleri dümdüz olabildiği gibi, bazı yörelerde de akroteı’lerle belirginleştirilmiş köşelere rastlanır. Birkaç örnekte, uzun yüzün ortasında, üzerinde bir yazıt için oluşturulmuş uzunlamasına bir blok yükselir.
Kline kapaklar
Tekil örneklerin ikincisi Yunanca ‘yatak’ anlamına gelen kline sözcüğünden kline kapaktır. Bunlar, biçimleriyle imparatorluğun Erken Döneminde ortaya çıkan ve 1. yy. sonlarıyla 2. yy. başlarında en parlak dönemini yaşayan kline’li anıtlara benzer. Alt kesiminde ayak konulacak basamağı bulunan, çoğunlukla yan dayakları çıkartılmış olan, arkası da şilteye benzeyen bir yatağı andırır. Söz konusu şiltenin üzerinde bir kişi ya da bir çift uzanıp yatmış olarak betimlenir. Kline kapaklar İmparator Traianus Dönemi’nde ortaya çıkmıştır; bunların teknelerinde herhangi bir kabartma görülmezdi. Yaklaşık 220/30 yıllarından sonra çeşitli türde teknelere kline-kapak konulmuştur. Bunların son kez moda olması Dörtlü Yönetim Dönemi’ne rastlar.
Atina: Attika lahit
Atina: Attika lahitleri, “ölüler evi” niteliği taşırdı ve bu nitelikleriyle, bütün yüzleri de hemen her zaman süslü olurdu. Yine de yan yüzlerinin ya da arka yüzün ihmal edildiği, buraları için yalnızca yüksekliği az olan kabartmalarla ya da tek bir süsleme betimiyle yetinilmiş örnekler görülür. Bu lahitlerin üzerinde çeşitli süsleme dizileri bulunan yüksek bir tekne kısmı ve yine belirgin, gözden kaçmayacak süslerle bezenmiş kapakları vardı. Üzerinde pek durulmaksızın hazırlanan yan ve arka yüzlerdeki süsler, genellikle ancak fark edilecek düzeydedir. 200 yılı dolaylarında süslerde bir “biçem dönüşümü” olduğunu görürüz. Daha önce bölümler birbirlerinden açıkça ayrılırken o tarihten sonra, çoğunlukla büyükçe biçimler altında toplanmışlar ve yukarıdaki süs pervazına figürler oturtulmasına başlanmıştır.
Erken Dönem örneklerinde ev biçimi, çatıyı andırır bir kapakla vurgulan ırdı. Ufak, yassı kiremitleri ve köşe akroter’leri belirgindi. Başka biçimler arayışı, 1 80 yılı dolaylarında kline’yi, yatağı andırır kapaklara götürmüştür, bunlar 200 yılma gelindiğinde artık iyice tutulan bir çeşit olmuştu. Pek az
sayıda örnek bir yana bırakılırsa, Attika tipi kline kapakların özellikleri şunlardı:
Döşeklerin altında belirgin bir mesnet yoktu. Döşek başlarının çıkıntıları pek azdı. Döşekler çoğu zaman şerit ve nakış biçiminde yassı kabartmalarla süslenmişti. Genellikle döşeğin üzerinde bir karı kocayı betimleyen yontu olurdu. Seyrek rastlanmakla birlikte, tek bir insan yontusu da görülürdü. Birkaç örnekteyse sonradan eklenmiş bir figür bulunur. Pek çok da, insan yontusu içermeyen kline kapak vardır. 180 yılı dolaylarında yapılmasına başlanan klinc’lioluklu lahit çeşidi de özel bir biçimdir.
Dokimeion:
Lahitlerin dört yüzü de aynı ölçüde işlenmiştir. Uzun yüzlerden hangisinin ön yüz olduğunu yalnızca ufak bir ayrıntı ya da öne doğru hafif bir çıkıntı belli eder. Girland’lı ve frizli lahitlerin çoğunda süslemeye geniş yerler ayrılmıştır. Ancak bazen sade görünümde olanlara da rastlanır. Kapak iri kiremitli ve köşe tuğlalı bir çatıyı andırır. Çoğu zaman kiremit dizilerinin ucuna bezeme ögesi antefix olarak aslan başları ya da kabaralar yerleştirildiği görülür. 160/70 yıllan dolaylarında, en son dönem ostoteklerine de kline kapaklar oturtulurdu.
Dokimeion’da 160/ 70 dolaylarına tarihlenen sütunlu lahitler ‘bulunmuştur’. Bunlar bir deneme döneminden sonra, 180 yıllarında kalıcı biçimlerini alarak ölülere adanmış görkemli heroon’lara· dönüşmüştür. Bunların da tüm yüzleri aynı biçimde işlenmiştir. Süsleri zengin ve çok harcama gerektiren türlerdendi. Geniş yüzlerde beşer, dar yüzlerde üçer intercolumnium, yani sütun arası dar yüzlerden birinde çoğu zaman bir mezar kapısı bulunurdu. Bir klineli kapak ohırtulmuşsa, o dar yüz ayak ucu yanı sol dar yüz olurdu. Erken örneklerde, kaide boyunca figürlü bir friz dolanır; aynı şey daha sonra da çok geç örneklerde görülmüştür. Görece erken sayılabilecek sandukalarda da zengin biçimde süslenmiş kaideler vardır.
En erken örneklerde çatı kapak bulunduğu sanılıyor; fakat bugün bunlardan elde eksiksiz durumda tek bir örnek bulunmaktadır. 1 70/80 yıllarından sonra üzerinde bir karı koca yonhısu bulunan kline kapaklar sık rastlanılır alışılmış bir çeşit olmuştur. Bunlarda bir mesnet, kabaralar, oldukça yüksek ve güçlü bir yaslanma yeri ve çoğunlukla sadece şeritlerle süslenmiş bir döşek bulunur; baş ve ayak uçlarında genellikle ‘aşk’ tanrısı Eros’lar vardır. Bu Eros yontulan zaman geçtikçe tam bir heykele dönüşmüştür. Geç Dönem örneklerinde, döşeği daha başka figürlerin, örneğin ava çıkmış Eros’ların da süslediği görülür.
Eyaletler:
Sanduka biçimli lahitlerde görece olarak özgünlük az sayılabilir. Bazı örneklerde önemli olan yüz, uzun değil, dar olandır. Bu durum, yeraltı gömütlüklerindeki yerleştiriliş biçimi (örn. Roma yönetimindeki Suriye’ de104) ya da bir nekropoldeki sıkışıklıkla ilgiliydi. Bazı yörelerde, en çokda Lykia ve Kilikia’da sandukası yerel kayalardan yontulmuş, yani yerinde sabit lahitler kullanılmıştır. Kapakları ayrıca işlenirdi106• Üretimin tümü içinde sıradışı kalan, Selanik yapımı kline’li bir lahit ile Herakleion’da yapılmış bir sanduka vardır. Kapaklar büyük çoğunlukla çatı biçimindeydi. Bazen kiremit döşendiği, çok seyrek olarak da figürlü kabartmalarla kaplı olduğu görülür.
Anadolu’ da bazı bölgelerde, (Pisidia, Lykia, Kilikia, lsauria ve Lykaonia) seyrek de olsa uzanmış bir, iki aslan figürünün üç boyutlu, daha doğrusu serbest heykel nitelikleriyle verildiğine rastlarız. Yine Anadolu’da yuvarlak kapak sık görülen bir şeydir. Raetia”‘daysa tek bir örnek vardır. Lykia’ya özgü kapaklar yüksek ve uzun kenarları kavisli olurdu. Herhalde Yunanca’daki kaplumbağa (chelone) adlandırılması bunlar için kullanılmaktaydı . Porfir lahitlerin biçimleri ise çok değişiktieyaletinde ve Balkanlar’da, kapağın uzun kenarında ölülerin portrelerine ya da ufak sahnelere ayrılmış bö lümler bulunduğu görülür. Lykia’da çatı biçimi kapağın uzun yüzüne bir alınlık oturtulmasına sık rastlanır.
Tekne, Sanduda Lahit
Roma’da 2. yy. sonlarında ortaya çıkan bir dizi lahdin tekne ya da kenarları yuvarlatılmış sanduka biçiminde olduğu görülür. Bunlara aynı zamanda lenos da denilirdi (‘lcnos’ sözcüğü Yunanca’da yalak ve tekne anlam]anna gelir) ve süslemeleri çeşitliydi. Tekne, üzüm sıkma kabından geliyordu ama, süslemelerin anlattıkları şeyler ya da sahneler tanrı Dionysos ve çevresiyle sınırlı değildi. Banyo küveti-biçimi, Roma’dan başka Batı İtalya’nın ve Campania’nın· yerel örneklerinde ve Mısırda bulunmuş birkaç granit lahitte de görülür.
Yalancı Lahitler
Arasında herhangi bir çeşide girmeyenler pek azdır; yalancı lahitler denebilecek örnekleri o ayrıcalıklar arasında saymak gerekir. Yivli lahitlerin figürlü alanının önünde üç tane küçük aedicula (Lat.), küçük ev, niş biçiminde küçük oda vardır ve kapak çatı biçimidir. Ortadaki aedicula’nın üzerinde bir kline, iki de yandakilerin üzerinde yatmış durumda Eros’lar bulunur. 3.2 Yontma yapı taşından meydana getirilmiş ev biçiminde bir lahit bilinir. Bunun geniş yüzünde alınlık vardır. Yukarısı kapalı, altı açık yani mevcut bir mezarın üzerine konulmak üzere yapılmış sanduka biçiminde bir lahit de türünün bugüne kadar bilinen tek örneğidir. Bir örnekte içte kabartmalar vardır içi resimli olanlar da bulunmuştur.
Seyrek olarak rastlanan bazı örneklerde de sandukaya lahit biçimi verilmiş, ancak içi ufak yatak odacıklarına bölünmüş ya da yukarısında küllerin içeri akıtılması için dairesel delikler bırakılmıştır. Yani bunlar gerçekte birer kül kabıdır.
Roma ve Ostia’da epeyce ‘yalancı lalıit’ vardır. Bunlar, kayanın derinliği içinde bulunan mezarı örtmekte kapak olarak kullanılan levhalardır. Gerçek mezarın bulunduğu yere Latince’de ‘kesecik’ anlamında ‘loculus’ dendiğinden bu levhalara da ‘loculus levhaları’ adı verilir. Eldeki bazı parçaların da duvarcı işi örme lahitlere ait olduğu anlaşılmaktadır. Aynı levha lar için İtalyanca ‘levha’ anlamındaki ‘lastra’ sözcüğünün kullanıldığı da olur. Bunlar gerçek birer lahit değildir ama biçimleri ve süsleriyle lahde çok yakın örneklerdir. Bazen ‘kapak’ dendiği de olur. Yani bunlara bakan kimse, bunların birer yalancı lahit olduğunu anlamaz.
Kline Lahit; klinc’li anıt
Başka bir kural dışı çeşit de klinc’li anıttır. Adından da anlaşılacağı gibi bu, ya tağa, sedire (kline) benzetilmiş bir anıt-mezardır; döşek üzerinde ölmüş kadın ya da erkeğin yontusu uzanmış biçimde görülür. 2. yy. sonlarında, seyrek olarak, karı kocanın yontusunun yapılmasına başlanmıştır. Bazı örneklerdeyse yatan kadın ya da erkek, eşinin büstüyle birlikte görülür.
Kline’li anıtlar mezar yapılan içinde düz zeminde olabildiği gibi, niş yani bir kör kapı veya hücre içine ya da hafif ve kapağı açık bir lahdin üzerine oturtulmuş da olabilir. Uzunluklarının ya da derinliklerinin az oluşu, baş ve ayak uçlarının ayrı büyüklükte bulunması ve bazen rastlanan daha başka aynılar, bunların birer lahit kapağı olmadığını göstermektedir.
Bazı örneklerde kline’li anıt ölünün ya da ölülerin küllerinin konulduğu kap olduğu için, aynı zamanda alışılmamış biçimde bir kül kabı, kül urna’sı olarak kabul edilebilir. Bu anıtlar ilk kez İmparatorluk Döneminin başlarında görülmeye başlamış, Flaviuslar Dönemiyle Hadrianus Dönemi arasında en parlak yıllarını yaşamış, o tarihten sonra lahitler yeniden çok büyük ölçüde öne çıkmıştır. Elde 3. yy.’dan oldukça az örnek vardır. Etriisk resimlerinde görülenlere öykünülmüş olduğu sanılmaktadır; ancak Romalılar bunlara yeni bir nitelik, özgün bir biçim vermişlerdir.
Roma Dışında Kline Lahit
Roma dışında pek az kline’li anıt vardır. Bunların içindede Mısır kökenli küçük bir grup vardır ki, şaşılacak kadar Roma örnekleriyle benzerlik gösterir. Bazı yörelerde, en çok da Lykia ve Kilikia’da cluımosor’lar yaygın olarak görülürdü. Bunlar, yerli kayanın içinde lahde benzer ve üzerine kapak oturtulmuş bir derinlikten oluşuyordu. İmparatorluk Dönemi yazıtlarında bunların betimlemesi bulunur. Cupa’lar açıkta, muhtemelen alttaki yapı üzerine oturtulmuş ve yuvarlak bir kapağa sahip mezar tepeleridir. Yerel taşlardan yapılırdı ve çoğu zaman geniş yüzlerinde bir tabula, yani yazıt için ayrılmış bir yer bulunurdu.
Nekropolde mezarların sıkışık konumu nedeniyle yazıtın dar yüzde bulunduğuda olurdu. Seyrek olarak bir figürlü kabartma, örneğin kline üzerinde bir kişi, bir büst ya da kurban olayı sırasında Artemis gibi konular görülür. Daha imparatorluk zamanında kullanıldığı saptanan ‘cupa’ sözcüğü Latince’ de ‘fıçı’ ve ‘mezar tonozu’ anlamlarına gelir. Cupa’lar en çok üç yörede, Orta İtalya, İspanya yarımadası ve Kuzey Afrika’nın batısında bulunur.
İlk örnekleri tuğla mezarlardır. Ayn bölgeler arasında herhangi bir bağ olup olmadığı ya da bunların birbirlerinden bağımsız olarak birden çok bölgede taştan yapılmalarına başlanıp başlanmadığı, bugünkü bilgiler ışığında belirlenememektedir. 2. yy.’ın başlarında ortaya çıktığı sanılan cupa’lar aynı yüzyılın sonlanndan 3.yy.’ın ortasına kadar geçen sürede büyük yayılma göstermiştir.