Antalya Bölgesinde Eşkiyalık
Osmanlı Devleti’nde yol ve menzillerin güvenliğini sağlamak için alınan onca önleme rağmen eşkıyalık olayları her dönemde eksik olmadığından, Anadolu ve Rumeli’deki geniş imparatorluk topraklarında sürekli hareket halinde olan yerli ve yabancı tüccarın, yol kesme ve soygun gibi olaylarla karşılaşmaları daima olasıydı. Hattâ sadece sivil halk ve tüccar kesimi değil, merkez ile taşra arasında haber taşıyan ulaklar ve Tatarların da bu neviden saldırılara maruz kalmaları, bazen de hayatlarını kaybetmeleri gibi hadiselere sıkça rastlanıyordu. İşte bu bağlamda İçel-Antalya sahillerinde karşılaşılan ve zaman zaman ticarî hayatı ve mal sevkiyatını ciddi şekilde tehdit eden, aynı zamanda yöre insanının zarar görmesine sebep olan güvenlik problemleri, denizlerde korsanlık, karada ise eşkıyalık alt başlıklarında ele alınacaktır.
Korsanlık
Tarsus’tan Antalya’ya kadar olan Akdeniz sahilleri, sahip olduğu girintili-çıkıntılı kıyı yapısı ve gemilerin saklanmasına uygun birçok koy ve körfeze sahip olması nedeniyle, tarih boyunca korsanlık faaliyetlerine sahne olmuştur. Bu durum Osmanlılar zamanında da değişmediğinden, bölgede korsanlık faaliyetine dair resmi belgelere yansımış birçok olaya rastlamak mümkündür. Aşağıda bu neviden olaylara dair seçilmiş örneklerden bazısına işaret edilerek, korsanlığın ticari hayata etkisine dair genel bir izlenim verilmeye çalışılacaktır.
1607’de Selendi Kazası’na bağlı Bazarcı köyü halkı, “lebiderya”da olan köylerine “küffâr-ı hâksar korsanı” gelerek, mal ve erzaklarını gasp edip, bazılarını da esir aldıklarından; üstelik “levendât ve suhte” eşkıyasının da fenalıklarının eksik olmadığından şikâyetçi olmuşlardı. 1665’te Gülnar sahillerindeki köylerin ahalisi ise, köyleri ve tarlaları deniz kıyısında bulunduğu için gelen “harami küffar”ın, mal ve erzaklarını gasp edip, harmanlarını ateşe verdiklerinden ve ayrıca nicelerini silâh ile vurduklarından dert yanmışlardı. Yine aynı tarihte Silifke Kadısı, Persendi Köyü’nün nüfuzlu ailesinden olan Sarı Nebioğulları’ndan Recep, Abdülkadir ve Mustafa’nın, buraya yakın Gürgüs Limanı’na gelen küffar gemileriyle alışveriş yaptıklarından ve ayrıca yöre halkına zulmettiklerinden şikâyetçi olmuş; nitekim bu neviden hareketlerinden dolayı Recep ve Abdülkadir idam edilmişti. Akliman’ın hemen doğusunda yer alan Çavuşbucağı Köyü halkı, 1734’te Silifke Kadısı Mehmed Efendi vasıtasıyla merkeze gönderdikleri arzuhâlde, köylerini daha önce “korsan keferesi basup emvâl ve eşyalarını gasb u garet ve birkaç neferlerini ahz ve esîr” ettiğinden, geride kalanların ise korkudan köyü terk edip, etrafa dağıldıklarından şikayetçi olmuşlar; bundan dolayı, köyde kalan halkın daha önceden belirlenmiş olan avârız vergilerini ödemeye güçlerinin yetmediğini, hem dağılmış olan kişilerin yeniden köye iskân edilmesini, hem de vergi muafiyeti sağlanmasını talep etmişlerdi.
İçel sahillerinin muhafazası, limanların yanına veya yakınına inşâ edilmiş olan kalelere yerleştirilen askerle sağlanmaya çalışılıyordu. Kıbrısla ticarette önemli bir yere sahip olan Akliman’ın korsan saldırılarından korunması için de burada asker bulunduruluyor ve bunların, 17. yüzyıl ortalarında yıllık 50.000 akçe tutan masrafları Kıbrıs Adası’ndaki gayrimüslimlerden elde edilen cizye gelirlerinden karşılanıyordu. 18. yüzyılın başlarında ise 51 nefer asker bulunuyor ve bunların günlük 300 akçe tutan ücretlerinden 49.960 akçesi Akliman Gümrüğü Mukataası gelirinden, kalan 58.000 akçesi ise Kıbrıs adasının mukataa gelirlerinden sağlanıyordu. Fakat buna karşılık, 1726’da İçel Mutasarrıfı Sunullah Paşa’nın oğullarının yaptığı gibi, yerel güç odaklarının kaledeki askere çeşitli bahanelerle saldırmaları, sahillerin güvenliğine yönelik tehdidin sadece deniz tarafından korsanlardan değil, aynı zamanda karadan da gelebileceğinin açık örneklerinden sadece birisidir. Bu olayda Sunullah Paşa’nın oğulları Ahmed ve Çalık Mehmed, hasımları olan Gölgelioğlu Osman Ağa’dan alacaklarını bahane ederek Akliman Kalesi’ne baskın yapmışlar, burada bulunan askerleri dövmüşler, paralarına el koymuşlar; ayrıca şikayete gidecekleri engellemek için yollara ve menzillere adamlarını
yerleştirmişlerdi.
Kıbrıs adasıyla karşısında yer alan Akdeniz sahillerinde hemen her devirde ciddi güvenlik problemlerine rastlanıyordu. Denizlerdeki seyrüsefer güvenliğini tehlikeye sokanlar genellikle korsanlar olduğu gibi, kıyıya yakın sularda dolaşan ve menşei ve mahiyeti tam olarak belirlenemeyen yabancı gemiler de tedirginliğe sebep olduğundan, zaman zaman adadan Anadolu’ya yapılacak sevkıyatta gecikmelere neden olabiliyordu. 1725’te adanın cizye geliri olarak tahsil edilen 40.000 kuruş ile has malından 40.000 kuruş nakit para, mutat olduğu şekilde Kıbrıs limanlarından birinden müstemen tüccar gemilerine yüklenerek, karşı kıyıda Silifke Akliman’a nakledilecekti. Fakat bu sırada, ada açıklarında bir kalyonun ortaya çıkarak yol üzerinde beklemeye başlaması, Kıbrıs Muhassılı’nı tedirgin etmişti. Bu nedenle Muhassıl hazinenin, “böyle bir hatarnâk mahâhlde müstemen sefinesine tahmil ve Silifke cânibine nakl ve irsâle cesaret” edemediğini, bundan dolayı da hazinen bir süre daha adada bekletilmesinin uygun bulunduğunu rapor etmişti.
Eşkiyalık
İçel sahillerinde denizlerin güvenliğini sağlamak ne kadar zorsa, aynı durum karadaki yollar için de söz konusuydu. Her ne kadar Osmanlı Devletinin genel ulaşım ve güvenlik politikasına uygun şekilde, bu bölgede önemli geçitlerde derbentçiler görev yapsa da, çetin arazi yapısı nedeniyle güvenlik hiçbir zaman tam olarak sağlanamıyordu. Bu nedenle özellikle sarp yamaçlar ve derin vadilerden geçen ticaret yollarının, eşkıya saldırılarına karşı muhafazasını temin edebilmek için eskiden olduğu gibi 18. yüzyılda da bazı koruyucu önemler alınmıştır. Bu bağlamda Anamur Kazası halkı 1720’de, kazanın yakınında ve yol üzerinde bulunan Zinharbeli denilen bölgenin sarp ve korunaksız olduğu için, eşkıyanın yolcuları soyduğundan, burada yeni bir yerleşim yeri kurulmasını ve kendilerinin de vergiden muaf olmak üzere derbentçi olmalarını teklif etmişlerdi. Buna benzer şekilde Silifke’den Mut’a, oradan da Karaman’a giden yol üzerinde Mut’ta 1728’de ulaklar için bir menzilhâne inşası da gündeme gelmişti. Bölgede genel asayişi tehdit eden ve ticari hayata da zaman zaman darbe vuran eşkıyalık olaylarına baktığımızda, bu nevi hadiselerin çoğunlukla İçel’de Karataş-Silifke arasındaki bölgede, Silifke-Anamur sahilindeki Akliman ve Gilindire Limanı dolaylarında, özellikle Anamur-Selendi ve İçel-Alaiye sınır bölgelerinde, iç kesimlerde ise Silifke-MutLârende yolu güzergâhında daha fazla görüldüğü dikkati çeker. Aşağıda, ticaretle bağlantılı bu tür güvenlik problemlerine dair kayıtlara geçmiş bazı olaylara işaret edilecektir. Ticarî hayata dair eşkıyâlık olaylarına 17. yüzyılın başlarından itibaren rastlamak mümkündür.
Nitekim Merad ve kardeşi Avs adlı zımmiler Akdeniz sahilindeki geleneksel ticaret yolundan giderlerken, Karataş sahiline geldiklerinde birkaç eşkıyâ tarafından yolları kesilerek öldürülmüşler ve sahip oldukları malları yağmalanmıştı. 1609’da ise suhte tâifesinden ve İçel’e bağlı Alacahisar köyünden olan Gözü Akça ve Celil adlı kişiler, Lârende ile Mut arasında sarp dağların eteğinde bulunan Malye köyü yakınında “hisar binâ edüp” etrafta olan köylerin halkına saldırmışlar, ayrıca yoldan gelip geçenlerin eşyalarını da gasp etmişlerdi. 1713’te ise İçel âyanından Sunullah Bey’in Karaman yolunu, oğlu Mustafa Bey’in ise Alaiye yolunu kontrol altında tutarak, tüccar ve yolcuların güvenliklerini tehdit ettiklerine dair şikâyet gelmiş; bu nedenle adı geçen kişilerin Magosa Kalesi’ne hapsedilmelerine karar verilmişti. 1730’da Kayserili Molla Hacı Mehmed, ticaret için Mısır’a giderken Mut-Silifke arasında Göksu vadisi boyunca sarp araziden güneye doğru inen yolda, Çiftlik ve Kargıcak köylerinden altı kişi tarafından yolu kesilip kiracıları yaralanmış, bunun da mal ve eşyası gasp edilmişti. Silifke’den bir grup tüccarın, 1735’te ticaret için Adana ve Tarsus taraflarına giderlerken, Karataş kazasından Ayaş-oğlu Mehmed, Yusuf, Halim ve diğer birkaç kişi tarafından yolları kesilerek tüm eşyaları yağmalanmış, ayrıca eşkıyânın saldırısı sırasında bazıları da yaralanmıştı. 1742 tarihli bir kayıttan anlaşıldığına göre, Sinanlı kazasından “öteden berü şekavet ve sirkat ve kat‘-ı tarîk ile me’lûf” olduğu ifade edilen Çelebi-oğlu Mehmed, Halife Mehmed, Emir Dayı ve Kuskus Osman adlı kişiler, Mut-Lârende yoluna inerek tüccar ve yolcuların mal ve eşyalarını gasp etmişlerdi. Yine aynı tarihlerde, Silifke-Tarsus yolu Karataş’ın mâruf ailelerinden Ayaşoğulları tarafından tutulduğu gibi; Silifke’den Lârende’ye giden Ereğlili tüccar Hacı İbrahim de Kızılçeşme adlı mevkide, Sarı Nebioğlu Halil ve adamları tarafından soyulmuş.
İçel’de olduğu gibi Alaiye ve Antalya tarafında da sosyal yapıyı ve ticari hayatı ciddi şekilde etkileyen eşkıyalık olayları eksik olmuyordu. Bu neviden olaylara sebebiyet verenler çoğunlukla başıboş sekban gruplarına mensup olduğu gibi, bölgenin ileri gelen nüfuzlu ailelerinden mütegallibe olarak adlandırılan kişiler de zaman zaman düzeni bozucu işlere kalkışıyorlardı. Hatta bazen idari görevler üstlenen kişilerin adlarının karıştığı suistimaller ve zorbalıklar da görülüyordu. 1719’da Antalya’da “a‘yânlık iddi‘âsında” olan Kaşıkçı oğlu, halktan zorla para toplama, cezalandırma, dayak atma gibi zorbalıklarla yöre halkının “perâkende ve perişan olmalarına” sebebiyet vermişti. Şehir merkezlerinde ve mahalle aralarında zaman zaman eşkıyalık olayları, takip eden yıllarda da eksik olmamakla birlikte, asıl büyük sıkıntı kırsal alanlarda ve özellikle de yol güzergahı üzerinde yaşanıyordu. Anamur-Selendi arasındaki ticaret yolunun güvenliği bir türlü sağlanamadığından, daha önce yöre halkının menzil noktası oluşturulması ve derbentçi tayin edilmesi isteğine rağmen, 1726’larda yöre hala eşkıya gruplarının yol kesme ve yolcuların mallarını gasp etme hadiselerine sahne oluyordu. Alaiye’de kayıkçı sınıfından Nuh-oğlu Resul adlı kişi, 1740’larda fırkate kaptanı olduğu iddiasıyla ortaya çıkıp, Alaiye Kalesi’nde bulunan halkın mallarına saldırmış, ayrıca limana yanaşan gemilere de musallat olmuştu. Antalya Limanı’na bağlı olarak ticaret yapan tüccar taifesi, zaman zaman kanunsuz şekilde yerel güç odaklarının ve yönetici kesimin baskısına uğruyordu. 1712’de Anadolu Beylerbeyi, teftiş bahanesiyle Antalya’ya gelip oturduğunda, kaza halkı tarafından Paşa’nın masrafları için şehirdeki tüccarın her birinden borç şeklinde 100’er ve 150’şer kuruş alınması, tüccarın umumi şikayetine sebep olmuş; bunun üzerine Antalya Kadısı’na yazılan emirde, daha önce Sultan Mustafa Han zamanında, tüccarın kanunsuz şekilde rencide edilmemesine dair ferman çıkarıldığı hatırlatılarak, buna uyulması istenmişti.
Sonuç
Eldeki dağınık kaynak malzeme bir araya getirilerek hazırlanan bu çalışmada, Tarsus’tan Antalya’ya kadar olan Doğu Akdeniz sahillerinin, 18. yüzyılın ilk yarısında nasıl bir ticari hareketliliğe sahip olduğu gibi zor ve karmaşık bir meseleye ev sahipliği yapmıştır..